Biyografiler

Carl Gustav Jung (1875-1961)

Biyografisi

Carl Gustav Jung 1875 yılında İsviçre’de dünyaya gelmiştir. Rahip bir babanın tek oğludur. Jung, içe kapanık ve yalnız bir çocukluk geçirmiştir. Hatta çocukken en sık ve en çok oynadığı oyun, bir taşın üstüne oturup “Ben mi taşın üzerinde oturuyorum yoksa üzerinde oturulan taş ben miyim?” diye düşünmektedir. Kendi iç dünyasıyla o kadar meşguldür ki üzerine oturduğu taşıyla, kendi yaptığı oyuncağı ile özel bir bağ kurmuştur. Hatta kendi uydurduğu bir dili vardır. Bu taşın, oyuncağın ve dilin kişiliğinin gelişmesinde önemli bir faktör olduğunu ifade etmiştir.

Jung, lise çağına geldiğinde kendi kasabasından ayrılarak tek başına Basel’e gitmiştir. Burası onun için travmatik bir deneyim olmuştur. Alıştığı hayat düzeninden ve tanıdığı insanlardan farklı bir ortama girmek hayata bakış açısını değiştirmiştir. Ailesine karşı empati kurmayı öğrenmiştir. Hayata bakışı tümden değişen Jung, okulda yapılan etkinliklerin sıkıcı ve gereksiz olduğunu düşünmüştür. Sınıf arkadaşıyla çıkan bir kavgada yaralanıp 6 ay okuldan uzak kalmıştır. Bu süre onun kendi iç dünyasıyla meşgul olmasına bir fırsat oluşturmuştur. Hatta okula geri dönmek istememiştir. Fakat evde olduğu bir gün anne ve babasının konuşmalarını gizlice dinlemiştir. Bu konuşmada babası eğer Jung çalışamayacak veya iyi bir geleceğe sahip olamayacaksa bunun bir felaket olduğunu ifade etmiştir. Bu konuşma Jung’un hayatında bir dönüm noktası olmuştur ve Jung derslerine çalışarak akademik alanda ilerlemeye karar vermiştir. Yaşadığı bu olaylar Jung’un karakterinde değişmeler yaşanmasına neden olmuştur. Jung artık dışa dönük, kendine güvenli ve atılgan bir genç haline gelmiştir. Daha sonra 1800’lü yılların en prestijli bölümü olan tıp fakültesini tercih etmiştir. Çocukluğundan beri merak ettiği konular çerçevesinde psikiyatriyi seçmiştir. 1900 yılında üniversiteyi bitirdiğinde tıp bilimine şizofreni kavramını kazandıran Eugen Bleuer ile beraber çalışmaya başlamıştır. Daha sonra Pierre Janet ile beraber çalışırken sözcük çağrışım testini geliştirmiştir. Akademik alanda ilerlemelerinin yanı sıra aile hayatında da bazı gelişmeler yaşanmıştır. 1903 yılında Emma Rauschenbach ile evlendi ve bu evlilikten 5 çocuğu dünyaya gelmiştir.

Jung’un psikiyatri alanındaki kariyerinin dönüm noktası Freud’un “Rüyaların Yorumu” kitabını okumasıdır. Jung, çocukluk yıllarından itibaren rüyalar ile ilgilenmiştir. Jung, Freud’dan ve onun fikirlerinden etkilenmiştir. Hatta onun yayınlarını yakından takip etmeye başlamıştır. Jung’un Dementia Praecox Psikolojisi kitabı sayesinde tanışan ikili, ilk buluşmalarında aralıksız on üç saat boyunca sohbet etmiştir. Bu sohbetin sonunda Jung ve Freud birbirlerinden etkilenmiştir. Sonra ki zamanlarda iki arkadaş çok iyi anlaşmış hatta birlikte çalışmaya başlamıştır. Ayrıca Freud, Jung’un Uluslararası Psikanaliz Derneği’nin başkanı seçilmesini sağlamıştır. Bu ikilinin arkadaşlığının yanı sıra Freud, Jung’un akıl hocası olmuştur. Hatta Freud Jung’u evladı olarak görmeye başlamıştır. Freud’un ölümünde sonra Psikanaliz kuramının öncüsünün Jung olmasını istemiştir. Fakat ileriki zamanlarda Jung, Freud’un düşüncelerini sorgulamaya hatta reddetmeye başlamıştır. Bu durum Freud tarafından ihanet olarak kabul edilmiş ve bu olaylar ikilinin arasındaki tüm bağların kopmasına neden olmuştur. Freud’un yanından ayrılan Jung doğduğu kasabaya geri dönerek altı yıl süren bir inzivaya çekilmiştir. Bu süre zarfında aynı çocukluğundaki gibi kendi iç dünyasına dönüş yapmıştır. Hatta bu dönemi kendi benliğini keşfetme süreci olarak gördüğünü ifade etmiştir. Bu süre zarfı, her ne kadar Jung’un gerçek hayattan ve üretkenlikten kopmasına neden olmuş gibi gözükse de, Jung Analitik kuramını bu altı yılın sonunda ortaya koymuştur. Ayrıca bu dönemin sonunda otobiyografi kitabı olan “Anılar, Düşler, Düşünceler” kitabı yayınlanmıştır. Jung’un bu kitaptaki ilk cümlesi şöyledir:

“Yaşamım bilinçdışının kendisini gerçekleştirdiği bir öyküdür.”

İkinci Dünya Savaşı birçok meslektaşının hayatını etkilediği gibi Jung’un hayatını da etkilemiştir. Nazi sempatizanlığıyla suçlanan Jung, bu suçlamayı asla kabul etmemiştir. Hatta bu durum onu oldukça üzmüştür. Yaşadığı kentten ayrılmak durumunda kalan Jung, dünyanın çeşitli yerlerine giderek buralarda konferanslar vermeye başlamıştır. Eşinin ölümü dolayısıyla tekrar doğduğu kente dönen Jung, yaşamının geri kalanında burada ailesiyle vakit geçirmiştir. 1961 yılında, eşinin ölümünden tam altı yıl sonra 86 yaşında vefat etmiştir.

Analitik Psikoloji

Jung’u diğer kuramcılardan ayıran yegane özellik parapsikolojiye olan yatkınlığıdır. Parapsikoloji, Yunanca bir kelime olup ötesinde anlamındaki “para” sözcüğü ile ruh bilimi anlamındaki “psikoloji” sözcüğünün birleşmesidir. Bu kavram ilk olarak 1889’da psikolog Max Dessoir tarafından kullanılmıştır. Genel anlamda parapsikoloji, duyular dışı algılama ve klinik bulgularla ölçümlenemeyen fenomenler olarak tanımlanmıştır. Jung’un kuramının parapsikolojiyle fazla ilgili olması eleştiri almasına neden olmuştur. Bazılarına göre bu kavramlar hiçbir zaman kanıtlanamayacağı için kesin bir şekilde doğruluğundan bahsedilemez. Jung’un bir diğer özelliği de diğer Yeni Freudcuların aksine kişiliği de soyut kavramlarla açıklamasıdır. Jung’a göre kişiliğin yapısında psişenin etkisi söz konusudur. Psişeyi duyguları, düşünceleri ve davranışları kapsayan bir yapı olarak hatta insan kişiliğinin tamamı olarak tanımlamaktadır. Psişeyi harekete geçirene gücü ise “psişik enerji” olarak tanımlamaktadır. Her nasıl ki fiziksel bir enerjiyi göremiyorsak psişik enerjiyi de göremeyeceğimizi ancak etkilerini fark edebilecek olacağımızı iddia etmiştir. Jung kişiliğin yapısında persona, anima/animus, gölge ve ben arketiplerinden bahsetmiştir. Persona, Latince maske anlamına gelmektedir ve kişiliğin dış yüzünü tanımlamak için kullanılmaktadır. Persona, kişinin toplumun arzu ve isteklerine göre davranma ihtiyacından ortaya çıkmaktadır. Jung’a göre insanların birçok personası bulunur. Evde anne olmak, iş yerinde çalışan olmak, toplum içerisinde vatandaş olmak gibi birçok ortama göre değişen görevler olarak düşünülebilir. Gölge, ise kişiliğin istenmeyen tarafını tanımlamaktadır. Bireyin kendinde kabul etmediği yönlerin bulunduğu bir çöp kutusu işlevi göstermektedir. Gölge bireyin kendinde var olan, ideal benliğine uymayan isteklerinin ve düşüncelerinin bastırma yoluyla ortadan kaldırmaya çalıştığı bir yönüdür. Anima/animus ise her kadının ve erkeğin bilinçdışında karşı cinse ait bir yönü tanımlamaktadır. Anima, erkeğin bilinçdışındaki dişil elementi, animus ise kadınını bilinçdışındaki eril elementi tanımlamaktadır.

Jung ile Freud’un Farklılıkları

Jung’un ilk düşünceleri Freud’a benzemesine rağmen daha sonra ortaya koyduğu kendi kuramının birkaç özelliği ile Freud’dan tamamen ayrılmaktadır. Öncelikle Jung’un insana bakış açısı Freud kadar kötümser değildir. Ayrıca Freud’un kişiliğin ilk beş yaşta şekillenip bir daha değişmediği düşüncesinin aksine, Jung kendi deneyimlerine de dayanarak kişiliğin gelişmesinde çocukluk deneyimlerinin yanı sıra persona, gölge, anima/animus ve arketiplerin de kişiliğin gelişiminde etkisinin olduğunu öne sürmüştür. Ayrıca Freud bilinçdışını vahşice olan şeylerin kaynağı olarak gösterirken, Jung bilinçdışını üretkenliğin ve yaratıcılığın kaynağı olduğunu iddia etmiştir. Buna ek olarak biliçdışını kişisel ve kollektif bilinçdışı olarak ikiye ayırmıştır. Kişisel bilinçdışı deneyimler eşik altı algılar ve kişilikteki iç çatışmalar olarak tanımlanır. Kolektif bilinçdışı ise insanlara hiç tanımadığı atalarından kalan miraslar olarak tanımlanmıştır.

Carl Gustav Jung ve İlk Kadın Psikanalist Sabina Spielrein

Sabina Spielrein 1895 yılında Rusya’da doğmuştur. Tüccar bir babanın ve diş hekimi bir annenin beş çocuğundan en büyükleridir. Spielrein çok yetenekli ve zeki bir kadındır. Daha altı yaşına gelmeden ana dili olan Rusça’nın yanı sıra Almanca ve Fransızca öğrenmiştir. Bunun yanı sıra piyano, doğa bilimleri ve birçok dersler almıştır. On beş yaşındayken altı yaşındaki kız kardeşinin tifodan ölmesi onun için travmatik bir olay olmuştur. On yedi yaşında ruh sağlığının iyi olmaması sebebiyle tedavi ettirilmeye karar verilmiştir. Sabina Spielrein, Carl Gustav Jung’un ilk hastasıdır. Spielrein, tedavisi bitip taburcu olduktan sonra Zürih Üniversitesi’nde tıp eğitimi almaya başlamıştır. Hastaneden taburcu olduktan sonra da yıllarca Jung’un bir hastası olarak tedavi görmüştür. Bu tedaviler sırasında Spielrein ile Jung arasında romantik bir ilişki olmuştur fakat hem Jung’un evli olması hem de meslek etiğinden dolayı bu ilişki gizlenmeye çalışılmıştır. Her ne kadar gizlenmeye çalışılsa da söylentiler çıkması sonucu Jung kendini korumak adına bu ilişkiye son vermiştir. Hatta Freud ve Jung, Spielrein’in onların parlak kariyerlerine olan bir intikam projesi olduğunu düşündüler.

Spielrein, Jung ile ilişkisi sırasında onunla sürekli psikanalizi tartışmış ve bu alanda kendini ilerletmiştir. Hatta bu alanda doktorasını tamamlamıştır. Daha sonra tüm yaşananlara rağmen Viyana taşınmış ve Freud ile görüşmüştür. Bu görüşmeler sırasında Freud’un görüşlerinden etkilenmiştir. Ekonomik nedenlerden dolayı Berlin’e taşınmak zorunda kalan Spielrein, 1912 yılında Rus Yahudi doktoru Dr. Pavel Naumovitsch Scheftel ile evlenmiştir. Sonra ki yıllarda hem Jung hem de Freud ile görüşmeye devam eden Spielrein, birçok kongreye katılmıştır. Hatta bu kongrelerden birisinde fikirleriyle Melanie Klein’i etkilemeyi başarmıştır. Ailesini ziyaret amacıyla Rusya’ya dönen Spielrein, İkici Dünya Savaşı esnasında Almanların Rusya’yı ele geçirmesi sonucu bir Yahudi olarak bütün ailesi ile birlikte öldürülmüştür. Ölümünün gizemi 1983 yılına kadar çözülememiştir. İsveçli bir gazetecinin yaptığı haber sonucu Spielrein’in 1942 yılında öldürüldüğü tüm dünyaya ilan edilmiştir. Evinin bodrum katında psikanaliz ile ilgili birçok mektup ve yazı ele geçirilmiş fakat bunların çoğu yayınlanmamıştır. Bazı kaynaklara göre Spielrein ilk kadın psikanalist değil ilk psikanalisttir. Çünkü Freud ve Jung’un onun hastalığından ve o dönemlerde kadınlara değer verilmemesinden yaralanarak Spielrein’in düşüncelerini kendi düşünceleriymiş gibi kuramlarını oluşturdukları söylenmektedir. Özellikle de ölüm iç güdüsüyle ilgili olan tezlerin çoğunun Spielrein’a ait olduğu iddia edilmektedir. Spielrein ölüm ile ilgili olarak şöyle bir şey söylemiştir:

“Öldüğümde vücudum yanacak. Küllerimi yeryüzüne yayın. Büyük bir alanın ortasına bir meşe ağacı dikin ve üzerine yazın: Ben de bir zamanlar insandım.”

Carl Gustav Jung’un Bazı Eserleri

  • Jung Psikolojisi
  • Kırmızı Kitap
  • Psikoloji ve Din
  • Kişiliğin Gelişimi
  • Anılar, Düşler Düşünceler
  • Analitik Psikoloji
  • Keşfedilmemiş Benlik
  • Dört Arketip
  • İnsan Ruhuna Yöneliş

Öneri Filmler

  • A Dangerous Method
  • My Name Was Sabina Speilrein

Kaynakça:


Okuduğunuz içerik sevgiyle oluşturulmuştur ❤️

Başa dön tuşu