Filmlerle Psikoloji

La Pianiste: Psikanaliz Işığında Bir Film İncelemesi

Avusturyalı ünlü yazar Elfriede Jelinek’in başyapıtından uyarlanan, yönetmen koltuğunda Michael Haneke’nin oturduğu La Pianiste (Piyano Öğretmeni) izleyiciyi psikanalizin ışığında derin sorgulamalara davet ediyor. Bunu da kimi zaman oldukça rahatsız ederek gerçekleştiriyor. Bu çarpıcı filmi gelin Sigmund Freud’un öğretileriyle yakından inceleyim.

Konusu

Kırklı yaşlarının başında olan Erika Viyana Konservatuarı’nda piyano öğretmenidir. Babası çok küçükken ölmüştür ve aşırı derecede kontrolcü bir kişilik olan annesiyle birlikte yaşamaktadır. Anne kız arasındaki ilişkinin normalin sınırlarının ötesine geçtiği filmin ilk sahnelerinde annenin kızının çantasını karıştırması, eve geç gelince şiddete varan azarlamaları ve aynı odada uyumaları ile izleyiciye gösterilmektedir. Annesinin gölgesinde bireyselleşmesini tamamlayamayan Erika, cinselliğini bastırmıştır; ancak bu bastırılmışlık kendisini yazının devamında inceleyeceğimiz mazoşist eylemler ve voyerizm ile açığa vurmaktadır. Erika’nın içinde bulunduğu bastırılmışlık ve inkâr 18 yaşındaki genç Walter Klemmer ile tanışınca kökünden sarsılacaktır. 

Pre Ödipal Dönemde Saplanma

Aşırı korumacı ve baskın anne figürü kız çocuğunun sağlıklı gelişiminde sapmalara yol açmıştır. Erika ve annesinin dengesiz (aşırı sevgi ve nefret arasında gidip gelen) ilişkisinde baba figürünün yokluğu da sapmadaki itici faktör olması açısından dikkate değer. Annesinin baskısının gölgesinde yetişen, ödipal dönemde ilgisini göstereceği bir baba figürünün de olmayışıyla beraber, bu dönemin başarılı bir şekilde atlatılamaması Erika’nın kişilik bütünlüğünde yarılmalara sebep oluyor; hatta bu döneme geçişin olmaması ruhsal olarak anneden kopamamakla beraber libidinal enerjiyi ona yönlendirmesine yol açıyor (1). Konuya bir de yine Freud’un Yapısal Model’i yani id, ego ve süperego kavramlarından bakalım.

İd ve Süperego Arasındaki Çatışma

Kısaca kavramlara göz atarsak id; ruhsal aygıtımızın haz ilkesiyle hareket eden en ilkel yapısıdır. Bütün cinsel ve saldırgan dürtülerimiz burada yer alıp bir an önce tatmin edilmeyi bekler. Süperego ise toplumsal kabul ve normları temsil eder; bu açıdan idin tam zıttıdır. Son olarak ego bir düzenleyici ve denge mekanizması görevi görüp id ve süperegonun taleplerini sağlıklı bir şekilde yerine ve zamanına göre gerçekleştirir. Ancak id ve süperego arasındaki uçurum egonun görevini tam olarak yapamamasına sebep olur ve anksiyete eşliğinde çeşitli nevroz ve kişilik bozukluklarına yol açar.

газификатор. 1с демо.

Filmimize geri dönecek olursak, anne tarafından dayatılan baskı ve normları tam anlamıyla özümseyen Erika dış dünyaya karşı da oldukça katı bir portre çiziyor. Film boyunca öğrencilerine olan tavrı, hiç gülümsememesi ve ancak Walter’la olan ilişkisine kadar her zaman sıkı topuz olan saçları da süperegonun baskınlığına ilişkin birer ipucu niteliğinde. Ancak bastırılmış cinsellik dürtüleri, bir şekilde çıkış yolu buluyor ve Erika’nın alter kişiliğini (ikincil, toplumdan gizli) ortaya seriyor. Nevroz da işte bu mazoşist eylemler ve voyerizm ile kendini gösteriyor.

Voyerizm

Dilimizde röntgencilik olarak da geçen ve bir çeşit sapkınlık olan voyerizm kısaca cinsellik gibi gizlilik gerektiren eylemleri gözetleyerek haz duymaktır. Toplum içinde çizdiği katı ve soğuk portresiyle öne çıkan Erika iş çıkışı gittiği dükkanda porno ve sinemada cinsel ilişkiye giren çiftleri izleyerek kendini tatmin etmektedir. Kendi dürtülerini annesinin etkisinden kurtulamadığı için yıllarca yok sayan ve kimlik oluşumu engellenen Erika, bakış dürtüsü aracılığıyla kendisine kısa süreli rahatlama sağlamakta bir nevi idinin özgürlük çığlığına kulak vermektedir. Ancak bu davranışların inkarı günlük yaşamında hep devam edecek, hatta aynı mağazada gördüğü öğrencisini çok sert bir şekilde azarlayacak, kendi bilinç dışında duyduğu utanç ve suçluluğu ona yansıtacaktır (2). Cinsel kimliğini yok saymak mazoşist eylemleri beraberinde getirecektir.

Mazoşizm

Kısaca, kendisine acı verilmesinden zevk almak olarak tanımlayabileceğimiz mazoşizm filmde geniş yer tutuyor. Cinsel dürtülerini yok sayan Erika, cinsel organını da kendi bütünlüğünden ayrı görme eğiliminde ve bunu o bölgeyi keserek ortaya koyuyor. Bu sapkınlık cinsellikten bir kaçış olarak değerlendirilebilir ve ödipal dönemi tamamlayamayan Erika cinselliğini kabullenmeyerek annesiyle olan simbiyotik bağını sürdürür. Gelişimin bu aşamasında takılı kalan ve anneye ulaşmak isteyen çocuk baba figürünü üstlenir. Maskülen agresiflik ve feminen pasiflik işte bu sapmada açığa çıkar. Walter’la olan ilişkisinde sergilediği kontrolcü tutum ve mazoşist istekleri bu bağlamda da ele alınıp aynı zamanda kontrolcü tutumu annesinin ona uyguladığı otoritesinin bir yansıması olarak değerlendirebiliriz (1).

Erika’nın annesiyle olan ilişkisinde içselleştirdiği pasiflik ve yönetilme arzusu suçluluk ve inkarla da birleşerek sapkın mazoşist istek ve eylemlere dönüşür. İsteklerin karşılanmadığı noktada ise geri dönüş aslında hiç kopamadığı anne figürüne olacaktır.

Film iç mekan sahnelerinin yoğunluğu ve arka fondaki Franz Schubert müzikleriyle de (ki bu eserler ruhun iç çatışmasını anlatmaktadır) izleyiciyi içine çekmeyi başarıyor (2). Kadın cinselliğini ve cinsel sapkınlıkları kamera açılarında kadın bakışının ve odağının öne çıktığı Female Gaze tekniği eşliğinde anlatması da filmi gelenekselin dışında tutuyor ve aldığı 6 ödülü de hak etmesini sağlıyor.


Kaynakça:

  1. Kour S., Malhotra I., Elfriede Jelinek’s The Piano Teacher: A Psychoanalytic Exploration of Mother-Daughter Dynamics, 2019.
  2. Nurzamsyah F.G., Rusdiarti S.R., Erika’s Self Defence Mechanisms in La Pianiste, 2019.

Okuduğunuz içerik sevgiyle oluşturulmuştur ❤️

Başa dön tuşu