Adli PsikolojiSosyal Psikoloji

Stockholm Sendromu — İntihar ve Kurban Psikolojisi

Günümüzde birçok siyasi, dini ve toplumsal saldırılar yaşanmaktadır. İnsanlık her geçen gün farklı türde bir trajediye tanıklık etmektedir. Özellikle intihar bombacıları aynı anda birçok insanı katletmektedir. Birçok kişinin aklında bir insanın nasıl kendini bir patlatıcı ile öldürebileceği sorusu bulunmaktadır. Yaşam içgüdüsü ile hareket eden bir canlı neden kendi hayatına bu şekilde son vermektedir? Uzmanlara göre bunun birkaç sebebi vardır. Fakat bu sebeplerden bir tanesi diğerlerinden daha ön plana çıkmaktadır. Uzmanlara göre intihar bombacılarının eylemlerinin sebebi Stockholm Sendromu’dur. Fakat Stockholm Sendromu yalnızca intihar bombacıları ile karşımıza çıkmamaktadır. Yine önemli güncel bir problem olan kadına şiddet olaylarının bazılarında da Stockholm Sendromu’nun etkisi bulunmaktadır.

Stockholm Sendromu Nedir?

Bu sendrom literatüre Nills Bejerot tarafından kazandırılmıştır. Bu sendrom adını geçmişte yaşanan bir olaydan almıştır. 1973 yılında bir banka soygunu gerçekleştiren Jan Erik Olsonn, soygun sırasında bankada bulunan dört çalışanı rehin almıştır. Altı gün boyunca rehin tutulan rehineler ifadelerinde soyguncudan şikayetçi olmamışlardır. Soyguncunun onlara kötü davranmadığını ve gayet iyi vakit geçirdiklerini ifade etmişlerdir. Hatta ceza almaması için çabalamışlardır. Bu olayda da görüldüğü gibi Stockholm Sendromu en kısa şekilde kurbanın saldırganla özdeşleşmesi olarak tanımlanabilir. Kurban, saldırgan kişinin ona zarar vermeyeceğini hatta onun iyiliğini düşündüğüne inanır. Bu inanç aslında bir savunma mekanizmasıdır. En basit haliyle kurban yaşama içgüdüsü ile saldırgana bağlanır ve olası tehlikeleri göz ardı eder. Fizyolojik ve psikososyal ihtiyaçları karşılanmayan birey yanlış inançlar geliştirerek tüm bu olanların onun iyiliği için olduğunu düşünür.

Stockholm Sendromu Kurbanlarının Hikayeleri

Bu sendrom her ne kadar ilk defa Jan Erik Olsonn’un soygunuyla duyulsa da geçmişte buna benzer birçok olay yaşanmıştır. En çok dikkat çekenlerden birisi de Natascha Kampusch’un kaçırılma öyküsüdür. Avusturya’da 2 Mart 1998 tarihinde on yaşındaki Natascha Kampusch, Wolfgang Priklopil tarafında kaçırılmıştır (*1). Tüm aramalara rağmen bulunamayan Kampusch’un öldürüldüğü düşünülürken ondan ilk kez sekiz yıl sonra haber alınabilmiştir. Kampusch saldırganın evinden kaçarak polise gitmeyi başarmıştır. Polise verdiği ifadeler ise Stockholm Sendromu ile ilgili korkunç gerçekleri gün yüzüne çıkarmıştır. Sekiz yıl boyunca dört metrekarelik bir odaya hapsedilen Kampsuch sıradan bir kaçırılma olayının dışında kalmaktadır. Kampusch, esir tutulduğu süre boyunca onu kaçıran kişi tarafından eğitilmiştir ve ana dili gibi Almanca konuşabilmektedir. Kurban ve saldırgan arasında bir bağ kurulmuştur. Hatta saldırgan Wolfgang Priklopil, Kampusch’un kaçışının ardından intihar ederek hayatına son vermiştir. Saldırganın Kampusch’u kaçması durumunda intihar edeceği ve kaçırıldığı süre zarfında bununla tehdit ettiği ortaya çıkmıştır. Kampusch’un kaçırıldığı yerden hemen kaçmamasının nedenleriden birisi de budur.

Diğer bir çok bilinen Stockholm Sendromu hikayesi ise Patricia Campell Hearst’ün hikayesidir(*2). Hearst zengin bir ailenin kızıdır. 1974’te Simbiyonez Kurtuluş Ordusu adlı terörist bir grup tarafından kaçırılmıştır. Aylarca küçük bir sandığın içinde tutularak fiziksel ve cinsel istismara uğramıştır. İşkenceye maruz kalan Hearst’ın kısa bir süre sonra ortaya çıkan görüntülerine göre Hearst gruba üye olmuş ve onlarla birlikte soygunlara katılmıştır. Polise yakalanan Hearst 7 yıl ceza almıştır. Hapis cezasından sonra düzenli bir yaşama sahip olan Hearst şuan ünlü bir oyuncudur. Verdiği röportajlarda beynin yıkandığını ve o zamanlar Simbiyoz Kurtuluş Ordusunu ailesi olarak gördüğünü ifade etmiştir. Hatta bazı kaynaklarda Hearst’ın ilk yakalandığında polise saldırganların onun ailesi olduğunu ve onlardan ayrılmak istemediğini ifade ettiği söylenmektedir.

Bu yaşanmış olaylardan da anlaşılacağı üzerine kurbanlar bulundukları yerden kaçamayacaklarını düşündüklerinde kendilerini korumak adına bulundukları yerde güvende hissetmeyi istemektedirler. Kimseyle iletişim kuramayan kurbanlar artık saldırgana bağımlı hale geldiklerini düşünmektedirler. Hatta saldırganları aileleri olarak benimseyebilirler. Kurban ve saldırgan arasındaki bu bağ kuvvetlendikçe kurban her türlü suçu işlemeye hazır hale gelmektedir. Bu bazen bir soygun olabilmektedir bazen de onlarca insanın ölümüne neden olan bir intihar saldırısı olabilmektedir.

Stockholm Sendrom ve İntihar Bombacıları

Günümüzde ülkeler arası birçok siyasi problem bulunmaktadır. Terör örgütleri bu gibi durumlarda canice yollara başvurabilmektedirler. Bu canice yollardan en bilindiklerinden birisi intihar bombacılarıdır. Bununla ilgili geçmişte birçok bilindik olay yaşanmıştır. ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırıları, 2003 yılında ülkemizde yaşanan HSBC binasının bombalanması, Neve Şalom ve Kuledibi sinagoglarının bombalanması bunlardan en çok dikkat çekenleridir. Peki bir insan nasıl böyle bir eylemi gerçekleştirebilmektedir. Sonuç olarak bu eylemler başka insanların ölümüne neden olsa da burada dikkat çeken detay bombacının kendisine neden böyle bir ölüm şeklini tercih ettiğidir. Uzmanlar bu gibi saldırıların altında Stockholm Sendromu’nun olduğunu söylemektedir.

İntihar saldırılarında genellikle kadın, çocuk veya esir kişiler kullanılmaktadır. Kaçırıldığı örgüt tarafından hapsedilen ve işkenceye maruz kalan kişi yaşama içgüdüsü ile saldırganıyla bir bağ kurabilmektedir. Kurulan bu bağ sonucunda kaçırıldığı örgütün tüm fikirlerini kabul eden kurban, yapılanların onun iyiliği için olduğu düşüncesine kapılmaktadır. Günümüzde özellikle dini yönden sömürülen bu olgu birçok insanın ölümüne yol açmıştır. Bazı terör örgütleri tarafından eylemlerin ödülü olarak verilen cennet vaadi eylemlerin şiddetini artırmaktadır. Stockholm Sendromun ve yanı sıra verilen uyarıcı ilaçlar sonucu kurban durdurulması güç bir saldırgana dönüşmektedir.

Stockholm Sendromu ve Kadın Cinayetleri

Günümüzde birçok kadın cinayetleri haberi okuyoruz. Çaresiz kadınlar ve saldırgan erkekler bu haberlerin ana karakterleridir. Kocaları veya partnerleri tarafından şiddet ve istismara uğrayan kadınlar bu durumdan fazlasıyla etkilenmektedir. Fakat bazı durumlarda bu etki daha farklı olabilmektedir. Özellikle de ülkemizde bazı kadınların ekonomik özgürlüğünün olmaması ve toplumsal baskılar gibi etkenler yüzünden kadınlar şiddet görmesine rağmen kendilerine zarar veren ilişkilerini bitirmeye korkabilmektedirler. Saldırganları onlara her ne kadar zarar verse onun yokluğunda da ne olacağı korkusu onları saldırgana bağımlı hale getirebilmektedir. Uzmanlar bu gibi sağlıksız ilişkileri “Hırpalanmış Kadın Sendromu” ile açıklamaktadırlar.

Hırpalanmış Kadın Sendromu sadece kadınları kapsamamaktadır. Sadece şiddet mağduru olan kişilerin genellikle kadın olması yüzünden bu isim verilmiştir. Kişiler partnerleri tarafından şiddet gördüğü zaman bu onlar üstünde büyük bir travma etkisi oluşturmaktadır. Bu gibi durumlarda birey bir savunma mekanizması geliştirerek partnerinin aslında onu incitmek istemediği inancını geliştirebilmektedir. İlk başta şiddetin bir defaya mahsus olduğu düşünülebilmektedir. Fakat şiddet uygulamak nadiren bir defayla sınırlı kalmaktadır. Saldırgan her ne kadar bu eylemi gerçekleştirdiği için pişman veya üzgün olsa da herhangi bir tetikleyicinin varlığında şiddetin tekrarlanma olasılığı yüksektir.

Hırpalanmış Kadın Sendromunda bazı genel davranışlar vardır. Bunlardan ilki kurbanlar şiddete uğramanın kendi suçu olduğuna inanırlar. İkincisi şiddete karşı çıktığında kendisinin veya çocuklarının hayatlarından endişe etmektedirler. Diğeri ise saldırganın pişman olduğuna ve onları gerçekten sevdiğine inanırlar. Kısacası saldırgan kurban üzerinde duygusal baskınlık kurarak onun kaçması engellemektedir. Aynı Stockholm Sendromu’nda ki gibi kişi saldırgandan uzaklaştıktan sonra başına gelebileceklerden korktuğu için saldırgana boyun eğmektedir. Fakat sürekli şiddete ve istismara uğramak kişinin temel ihtiyaçlarından olan güvenlik ihtiyacını sarsacağı için kişi yaşama içgüdüsü ile bulunduğu ortamı kabullenmeye çalışmaktadır. saldırganın hayatında olmasını kabullenen kurban herhangi bir şekilde ondan kaçmayacak ve polise şikayette bulunmayacaktır.

Stockholm Sendromu’nun Tedavisi

Öncelikle bireyin psikolojik durumu incelenmelidir. Kişide psikotik bozukluklar başlamışsa farmakoterapi kullanılmalıdır. Fakat asıl önemli tedavisi psikoterapidir. Kurbanın yaşadığı çaresizlikten dolayı ortaya çıkan bu sendromun ortadan kaldırılmasında kurbanının gerçeği değerlendirebilme yetisinin onarılması gerekmektedir.

Öneri Filmler

  • Perfect Victim
  • Patty Hearst

Kaynaklar

  • https://www.dw.com/tr/natascha-8-yıllık-esaretini-anlattı/a-2523025 (*1)
  • https://www.fbi.gov/history/famous-cases/patty-hearst (*2)
  • https://tr.medicok.com/understanding-battered-woman-syndrome-27019
  • https://www.sendrom.gen.tr/stockholm-sendromu.html
  • Açıkgöz, R. (2013). İntihar Saldırıları: Terör mü Özgürlük Arayışı mı? Akademik İncelemeler Dergisi, 8(2), 303-330.
  • Dikici, A. Polislikte Stockholm Sendromu. Bitlis Akademik, 14-16.
  • Bakanlığı, İ., & Müdürlüğü, M. İ. G. Sığınmaevi Ve Danışma Merkezi Çalışanları İçin Mağdurlarla İletişim, Danışmanlık Ve Kriz Yönetim Rehberi.
  • Volkan, V. D. (2010). İntihar Bombacıları. Akademik Orta Doğu, 4(2).
  • Fuselier, G. D. (1999). Placing the Stockholm syndrome in perspective. FBI L. Enforcement Bull., 68, 22.
  • Jülich, S. (2005). Stockholm syndrome and child sexual abuse. Journal of child sexual abuse, 14(3), 107-129.
  • Öne çıkan görsel: Resim meineresterampe tarafından Pixabay‘a yüklendi

Okuduğunuz içerik sevgiyle oluşturulmuştur ❤️

Başa dön tuşu