AraştırmalarPsikolojik Rahatsızlıklar

Yaratıcılık ve Psikopatoloji Arasında Bir İlişki Var Mı?

Delilik, özgür bir kafanın yiğitçe çıkışları, yüce ve görülmedik bir erdemin ortaya attıklarıyla çok yakın kapı komşusudur

M. De Montaigne

Sanat insanların duygularını, düşüncelerini aktarma, dünyayı anlama çabalarıyla doğmuştur. Freud bu konuda sanatın insanların bilinçaltındaki duygu ve fikirlerinin sembolize şekilde dışa vurumu olarak değerlendirmiştir. Hatta sanat ile görülen rüyalar arasında da bağlantı olduğunu, ikisinin de kişilerin içsel çatışmalarından var olduğunu söylemiştir. Bu noktada örnek olarak gösterdiği Dostoyevski ve Beethoven’ın esasında bastırdıkları dürtü ve düşüncelerinden sanatlarını doğurduklarını, Dostoyevski’nin babasıyla olan problemlerinin bu dinamiklerden biri olduğunu belirtmiştir. Sanat üretebilmeyle ilgili farklı bir bakış açısı sunan Psikiyatrist John Rickman ise sanatçıların aslında hem yaratıcı hem de yıkıcı bir yoğun dinamiğe sahip olduğunu, sanatlarını da bu ikili yoğun çatışmadan doğurduklarını söylemiştir.

Tarihsel Delilik ve Dahilik

İnsanların hayal güçlerinin genişliği ile yaşadıkları ruhsal problemler incelendiğinde bu durumun yansımaları antik dönemden itibaren tarihte karşımıza sıkça çıktığı görülmektedir. Hayal gücünün yaratıcılığını sanatına yansıtmış olan insanların eserleri duygudurum incelemeleri için bir nevi uygun ortamı da yaratmıştır. Yaratıcılığın gündelik ve normal sayılabilecek olan ile farklı olan ve sanatsal olabilen arasındaki ilişkiyle birlikte insan psikolojisi de derin incelemelerden geçirilmiştir. Antik dönemden itibaren dikkat çeken bu ilişkinin bilimsel olarak analiz edilebilirliği esasen psikopatoloji boyutunun ölçülebilir olmasıyla birlikte başlamıştır.

Bilimsel anlamdaki çalışmalara başlanmasıyla birlikte temel olarak üç ölçüm merkezi belirlemişlerdir. İlk olarak yaratıcılığı ile tarihe adını kazımış kişilerin hayat öyküleri incelenmeye başlanmıştır. Daha sonrasında bu sanatçıların varsa psikopatolojilerine ve belirtilerine odaklanılmıştır. Üçüncü olarak ise herhangi bir yaratıcılık üzerine yoğunlaşması olmayan ve eser üretmemiş psikopatolojik hastalar üzerindeki yaratıcılığı ve hayal gücü incelenmiştir. Bu minvalde yapılan araştırmalarla yıllardır merak konusu olan ruhsal problemler ile sanatçılar arasındaki ilişki daha bilimsel bir temele oturtulmaya başlamıştır.

Yaratıcılık ile psikolojik problemler arasındaki bağlantıya ilk değinmeyi Aristoteles “feslefe, politika ve sanat alanında yaratıcı olan insanlar melankoliye yakalanmıştır” sözleriyle yapmıştır. Bu farkındalıkla birlikte başlayan gelişmeler silsilesiyle hem araştırmacılar ilham bulmuş hem de sanatçılar yaşadıklarını ve yarattıklarını anlamlandırma fırsatı bulmuştur. Yakın tarihte özellikle Jamison (1983), Adreasen (1987), Ludwig (1992), Richards ve arkadaşları (1988) bipolar bozukluk ile yaratıcılık arasındaki ilişkiyi derinden incelemiş ve alana ciddi katkılar sunmuşlardır. Jamison’un (2007) ifadesine göre günümüzden tahmini olarak 2000 yıl önce insanların “deliliği” ilahi bir seçilmişlikle olacağını söylemiştir. Hatta Platon ilahi durumu yaşayan sanatçıların, şairlerin bu ilahi deliliğin etkisiyle ve bilinçten kopmuş şekilde bir ilhamla yarattıklarını belirtmiştir.

Günümüze Doğru Değerlendirmeler

O dönemden 19.yy’lara kadar etkisini sürdüren bu ilahi delilik kavramı günümüz anlamında baktığımızda şizofreni gibi psikotik bozukluklardansa duygudurum, anksiyete gibi affektif spektrum bozukluklarından bahsedildiği düşünülmektedir. Araştırmaların ve değerlendirmelerin bilimselliği tartışılır olsa da 20.yüzyıl içerisindeki sanatçıların incelemesinde bazılarının duygudurum bozukluğu yaşadığı tespit edilmiş ve bu düşünce üzerine yeniden yoğunlaşıldığı görülmüştür. Orr’un (2004) aktarımına göre o dönemde intihar eden sanatçılarda bıraktıkları eserler ve mektuplar ışığında bipolar, depresif belirtilerin olduğu söylenmiştir.

Bunların yanı sıra Glaton gibi bazı araştırmacılar da konu üzerine çalışmalar yapmış ve bu çalışmalar sonucunda sanatçılarda görülen yaratıcılığın normal dışı olmasındansa genetik ve biyolojik bir temelde olduğu fikri üzerine yoğunlaşmıştır. Ayrıca yaptıkları incelemelerde psikopatolojileri olan sanatçıların problemlerinin ağırlıklı olarak nevrotik ya da bipolar bozukluk üzerinde yoğunlaştığını tespit etmişlerdir.

Nörobilişsel anlamda yapılan araştırmalarda ise Escobar ve Gomez’in (2006) yaptığı çalışmaya göre yaratıcılığı yüksek olan insanlar ile bipolar, şizofreni gibi problemler yaşayanlar arasında pozitif yönde bir ilişki tespit edilmiştir. Bunlarla birlikte nörolojik olarak bakıldığında yaratıcılık ile prefrontal korteksin işleyişi ve duygusal gelişmelere fizyolojik yanıt ile ilgilenen limbik sistem arasında bir ilişki vardır ancak sanatsallıkla ve psikopatoloji ile ilişkisi hala tam olarak çözülebilmiş değildir.

Yaratıcılık ve psikopatoloji ile sanat üretme ilişki üzerine yoğunlaşan bir başka bilim insanı olan Lombroso yaptığı araştırmalarda ünlü sanatçıların üstün hayal güçleri ve yarattıkları eserlerde normal dışı olanları incelemiş ve üstün bir zeka ya da anormallikle bir ilişkisi olup olmadığını ele almıştır. Yaptığı incelemeler sonucunda ismini kazımış olan sanatçılarda ağırlıklı olarak manik depresyona rastlamıştır.

Tarihte yer etmiş sanatçılara baktığımızda William Styron’un kendi kendine yapmış olduğu derin gözlem ve analizlerin belki de içsel olarak yaşadığı derin çökkün ruh haliyle ilgisi vardır. Virgiana Woolf’un özkıyımı elbette yaşadığı ve çözemediği ruhsal problemlerle ilgilidir. Sait Faik Abasıyanık’ın kendisine zarar verecek ölçüde alkol tüketimi yapması yine psikolojik bir yansıma olabilmektedir.

Psikopatoloji mi Sanattan Çıkar Sanat mı Psikopatolojiden?

Peki, bu noktada sanatçıların bu içsel çalkantıları ve ruhsal problemleri mi onları sanatçı yapmıştı yoksa sadece sanatlarını besleyen bir aracı mıydı? Bir başka deyişle acaba sanatçılar psikopatolojik problemlerinin zihinsel süreçlerinin bir yansıması olarak mı sanatçı oluyordu yoksa sadece bazı sanatçılar her insan gibi psikolojik problemler mi yaşamaktaydı? Bu soruların cevaplarını ararken asıl odaklanılması gereken nokta belki de sanatçıların psikopatolojik problemler yaşarken bu istisnai yeteneği kendileri belirleyebiliyor muydu? Yoksa tamamen zihinsel bir bağlantı mı vardı?

Bu bağlamda ruhsal sorunları olan sanatçıların otobiyografilerine baktığımızda çok büyük çoğunluğunun travmatik sorunlar ve buhranlar yaşadığı, bu tür sebeplerle hayata katılım düzeylerinin ve yaşam kalitelerinin düştüğü, sonuç olarak toplumdan uzaklaşıp içsel bir arayışa ve içe kapanışa sürüklediği görülmüştür. Sanatlarını da tam olarak bu süreçte ve sonrasında var ettikleri görülmüştür. Yani aslında baktığımızda sanatçılar belki de onlara acı veren deneyimlerini sanatla faydaya çevirmiş olabilirler. Her ne sebeple ve nasıl bir ilişkiyle olursa olsun sanatın dilini böylesine derinden kullanan sanatçılar sayesinde birçok dilsiz kalmış duygu sözcüklere kavuşmuş, resmedilmiş ya da müzik olup dilimize dolanmıştır.


Kaynakça:

  1. Aksoy, U. M. (2011). ” Deli Dahi”: Bipolar Bozukluk ve Yaratıcılık İlişkisine Eleştirel Bir Bakış. Yeni Symposium , 232-236 .
  2. Aktar, A. (b.t.). NP İstanbul Beyin Hastanesi. https://npistanbul.com/: https://npistanbul.com/guzel-sanatlar-ve-psikopatoloji adresinden alındı
  3. Anonim. (2020, Mart 30). Aklınızı Keşfedin. https://aklinizikesfedin.com: https://aklinizikesfedin.com/psikopatoloji-ve-yaraticilik/ adresinden alındı
  4. Atbaşoğlu, C. (2000). Yaratıcılık ve Psikopatolojinin İlişkisi: Yöntem Sorunları. Şizofreni ve Sanat, 16-18 .
  5. Maçkalı, Z., Gülöksüz, S., & Oral, T. (2013 ). Yaratıcılık ve İki Uçlu Bozukluk. Türk Psikiyatri Dergisi, 1-11.
  6. Salderay, B. (2014). Psikolojik Temelli Zihinsel Rahatsızlık, Sanat ve Yaratıcılık. Uluslararası Hakemli Tasarım ve Mimarlık Dergisi, 10-26.

Okuduğunuz içerik sevgiyle oluşturulmuştur ❤️

Başa dön tuşu