Denemeler

Yaşam, Arayış ve Anlam Üzerine

Uzun, menzilsiz bir yoldur yaşam; meskun mahalden. İnsanı arza bağlayan öğrenme arayışıdır. Arapça bir deyim olan “nimet-ül nisyan” fısıldıyor bize bir gerçeği: “Unutmak nimettir” diye. İnsan unutandır. Belki de bu yüzden insanoğlu bir arayış içerisindedir. Bir önermeyle açıklayacak olursak: İnsan, sırtından bıçaklandığı vakit en uzak noktanın kendi sırtı olduğunu öğreniyor. Peki insan en uzak noktaya sahipse eğer, zaten kendisine ait olan bir şeyi neden arıyor, onu anlamlandırmak istiyor? İçinde yaşadığımız kısır döngüde sahip olduklarımızı değil; sahip olmadığımız şeyleri anlamlandırmak için yaşıyor, sahip olmadıklarımızın bir simülasyondan ibaret olduğunu unutup aslında sahip olduğumuzu hatırlayamadığımız için bir arayışa çıkıyoruz.

Olmayan şeyi değil, olan şeyi arıyoruz aslında.

Bu arayış insanoğlunun içinde eksik bir parça yaratır. Kimi bu eksik parçaya kalpteki siyah nokta -süveyda- der. Kimi de Tanrı’nın onu unutmayalım diye içimize koyduğu bir parçası der. İnsan; bu eksik parçayı bulmak ve anlamlandırmak için asırlardır sezinlediği ama gerçekte aymazlıktan geldiği bir yola koyulur. Bu yolda, insan, kendini hiçbir yere ait hissetmezken, her yerde bulur kendini. Eksik olanın bir gün tamamlanacağına inanarak yolculuğuna devam eder ama sonunda tamamlanan şeyin eskisi gibi olup olmayacağına dair alegorik bir şüpheye düşer.

Düşünebilme yetisinin bedelidir bir arayışta kaybolmak.

Zaten çağlar boyu gelişmenin yolu bu arayışta kaybolmaktan geçti. Miguel de Unamuno, “Sis” adlı kitabında şöyle bahseder yaşamın anlamıyla ilgili: “Hayat, Tanrı’nın gördüğü bir rüya mıdır sadece?” Ve devam eder, “Benim başımdan geçenler hakikat mi, hayal mi yoksa Tanrı’nın bir rüyası mı sadece? O uyandığı zaman kaybolacak bir rüya olmasın bunlar, eğer ona dualar ediyor, ezgilerde onu yükseltiyorsak bu, onu uyutmak, sallayarak rüyalara dalmasını sağlamak isteğinden doğamaz mı?” Sisten örülü bilinçli bir tesadüftür yaşam ve arayış. Tanrı’yı ve yaşamı anlamaya çalışırken dualar ediyor, kapımız çalınınca ise gelenin Tanrı olduğunu anlayamıyoruz. Bize gelen cevaplardan şüpheleniyor, cevapları kendimize değer görmüyoruz. Yazıma, Abdulgaffar el Hayati’nin bir sözüyle devam etmek istiyorum:

Kişi bazen(kendi) “hayatın(ın) anlamı’nın altında kalır, ezilir. Bu noktada suç ne hayatın ne de anlamındır. Tümüyle kişinindir. Zira kişi kendini kendi yarattığı “şey”e, “hayatın anlamı”na kurban etmiştir.

İnsan, kelimelerle ifade edemediği duygularının, kalbinde yarattığı süveyda’yla, anlaşılmak ister; varoluşun bitmek bilmeyen ıstıraplı arayışında… Hâlbuki bizim anlam arayışımız var oluşumuzu anlamlı kılma çabamızın bir uzantısından başka bir şey değil. Belki de hayat sandığımız kadar karmaşık değildir. Karmaşık olan ona mana yükleme zorunluluğunda hisseden biz insanlarızdır.

Okuduğunuz içerik sevgiyle oluşturulmuştur ❤️

2 Yorum

  1. Aysima dedi ki:

    Yazınız çok etkileyici fakat biraz kendime pay çıkartmakta zorlandım bu da felsefik bir metnin vermiş olduğu birşey olmalı. Erasmusla ilgili yazınız da çok faydalı teşekkürler, başarılar :))

  2. Alara dedi ki:

    Fazlalıktan uzak , gayet açık olmuş. Net ifadeler fazla cümle yerine az anlamı derin olmuş.” Bir önermeyle açıklayacak olursak: İnsan, sırtından bıçaklandığı vakit en uzak noktanın kendi sırtı olduğunu öğreniyor.” Çok etkileyici . Başarılarınızın devamını diliyorum🍀

Başa dön tuşu