Filmlerle Psikoloji

Güz Sonatı (Autumn Sonata) — Psikolojik İnceleme

Güz Sonatı 1978 yapımı Ingmar Bergman filmidir. Filmlerinde psikolojik öğeleri bolca kullanan Bergman’nın merceğini bu defa anne-kız ilişkisine çevirdiğini görüyoruz. Bergman bir anne-kız ilişkisini kusursuz derinlikte anlatarak oldukça başarılı bir iş ortaya çıkartıyor. Anne-kız ilişkisinin bir kadının hayatına, romantik ilişkilerine yansımasına seyirci oluyoruz. Aynı zamanda anne figürünün de kendi annesiyle olan ilişkisine bakarak, anne-kız ilişkisinin bir kadının anneliğine olan yansımasına da şahit oluyoruz. Filmdeki konunun ve karakterlerin giriftliği bizi zaman zaman alıp kendi annemizle olan ilişkimize götürüyor. Bu anlamda filmin seyirciye dokunan oldukça evrensel bir yapısı da var. Film devam ettikçe düğümler çözülüp taşlar yerine konuyor bizler de seyirci olarak bu sürece dahil olmaktan büyük keyif alıyoruz.

Filmin başından itibaren Freud‘u anmaya başlıyoruz çünkü Bergman tam anlamıyla Freud’un kuramını anne-kız üzerinden filme çekmiş gibi. Filmde anne figürü olan Charlotte oldukça başarılı bir piyanisttir. Başarı konusunda obsesyonları olan Charlotte A tipi kişilik yapılanmasına sahiptir. Kızlarıyla hiçbir zaman sağlıklı ilişki kuramayan ve uzun süredir kızlarıyla görüşmeyen Charlotte hayat arkadaşı Leonardo’yu kaybedince kızı Eva’nın onu çağırması üzerine yanına gitmeyi kabul eder. Bu noktada Charlotte’nin yası işleme sürecine tanıklığımız da başlar. Charlotte’nin senelerdir kızıyla görüşmeyip şimdi görüşmesinin altında hayat arkadaşının kaybıyla yaşadığı yalnızlık hissinin itici bir güç olduğunu düşündürür bizlere. Charlotte’nin yası işleme sürecine baktığımızda sağlıklı bir işleyiş olmadığını, acısını inkar mekanizmasıyla yok sayarak libidosunu başka şeylere yöneltip ‘hep güçlü durma’ hikayesinden ipuçları yakalamaya başlıyoruz.

Hikayeye Eva tarafından bakarsak, Eva başarılı piyanist bir anneye sahip olmanın yorucu sorumluluğuyla büyümek zorunda kalmıştır. Charlotte sürekli turnelere çıkmış, evde olduğu zamanlarda da piyano üzerine çalışıp Eva’ya vakit ayırmamıştır. Eva çocukluğundan itibaren annesiyle ilişki kurmaya çalışmış ancak bir karşılık alamamıştır. Charlotte’nin Winnicot‘un değindiği kapsayıcı anne işlevini yerine getirmemiş oluşu sağlıklı anne-çocuk ilişkisi kuramamalarına neden olmuştur. Eva ve annesi arasındaki güvensiz bağlanma Eva’nın kendilik temsilini etkileyerek sevilmez ve yetersiz bir benlik oluşturmasına neden olmuştur. İlk sevgi nesnesi tarafından sevilmemek Eva’nın ‘hiçbir zaman sevilmeyeceğim’ inancına sahip olmasına ve ilerideki romantik ilişkilerinde de kaçıngan bir tutum sergilemesine yol açmıştır. Eva’nın annesine olan hayranlığı ve asla annesi gibi olamayacağını düşünmesi annesiyle özdeşleşememesine ve annesiyle arasındaki Elektra Kompleksi‘nin çözümlenememesine yol açarak Eva’nın fallik evrede fiksasyonuna sebep olmuştur. Bu noktada Bergman da ‘Kızının felaketi annenin zaferi midir?’ sahnesiyle Elektra Kompleksine atıfta bulunuyor. Eva’nın annesiyle yüzleştiği bir sahnede annesine aslında çocukken ondan nefret ettiğini ama annesi olduğu için bu nefretini bastırdığını ve bu nefretin bir korkuya dönüştüğünü söylüyor burada Klein‘ın değindiği anneye olan ambivalans duygulara şahit oluyoruz. Eva’nın nefret ettiği anneyi yok etmek isterken aynı zamanda ona bakım veren anneyi koruma çabası depresif pozisyonu oluşturan bir ruhsal acı içine girmesine sebep oluyor. Eva’nın ilerleyen süreçte bir çocuk sahibi olmak istemesinin sebeplerinden biri de aynı zamanda annesiyle olan başarısız ilişkiyi kendi çocuğu üzerinden telafi etme isteğidir. Bu telafi isteği Eva’nın çocuğunun ölümünün gerçekliğiyle tam olarak yüzleşmesine engel olup sanki hala yanındaymış gibi sanmasına ve yası işleme sürecinin aksamasına da neden olmuştur. Eva’nın hayatındaki pasif baba figürü ve babanın anneden çok Eva ile vakit geçirme hali Eva’nın eş seçimini de etkileyip ondan yaşça büyük ve otorite figürü olan bir papazı seçmesine yol açabileceğini düşündürmüştür. Eva’nın kardeşi Helena’nın annesinin eşiyle yaşadığı aşkın bilinçdışında yarattığı suçluluk duygusu Helena’da konversiyon bozukluğuna sebep olabileceğini düşündürmüştür. Helena’nın annenin rahmine dönme ve anneyle bütünleşme isteği onu regrese etmiş ve bir bebek gibi davranmaya başlamasına sebep olmuştur. Eva’nın filmin başında karşıt tepki geliştirme savunma mekanizmasıyla annesine karşı oldukça ilgili ve sevgi dolu duruşu, annesini beklediği gibi perişan bir halde bulmamasıyla işleri tam tersine çevirmiştir. Anne-kız arasındaki yüzleşmenin bitimiyle Charlotte suçluk duygusuyla kaçarken Eva’nın annesiyle iletişim kurma şansını kaybettiği için suçluluk duymasına şahit oluyoruz. Eva’nın annesine yazdığı mektupla ne yaparsak yapalım anne-kız ilişkisini çözümleme ihtiyacının hep devam edeceğine şahit olarak filmi bitiriyoruz.

Okuduğunuz içerik sevgiyle oluşturulmuştur ❤️

Başa dön tuşu